Delilerin sınırları yoktur. Ne düşündükleri, ne yapacakları kestirilemez. Toplum dışına itilmişlikleri, hayattan soyutlanmış olmaları mesele değildir, asıl mesele tabiatlarında nelerin gizlenmiş olduğunun bilinmemesidir. Sözgelimi takla atan, anlamsız şiirler okuyan ya da tuhaf sözler söyleyen bir akıl hastasının bunları ne sebeple yapıyor oluşu bilinemez. Bunlar yerine öylece masada oturan birinin çayını -hem de sıcakken- alıp fondipleyebilir ve bu akıl almaz davranışı hangi sebeple yaptığı bizler tarafından düşünülmez. Sebep hazırdır, deli olması.
Peki herhangi bir delilik emaresi göstermeyen aklı başında insanların akıl almaz davranışlar sergilemesini nasıl açıklayabiliriz? Korku filmlerinde sık rastlanan olay örgüleri bizi başta uysal ve zeki görünüp sonrasında şirazeyi kaydıran insan tipleriyle tanıştırır. Bu tiplemeler neden hep ipe sapa gelmez sözler söyleyerek akıldışı işlerde bulunurlar? Çünkü ya cinlenmiş ya da kendilerini kontrol eden bir ruhun tesiri altında kalmış, normalüstü bir hayata geçiş yapmışlardır.
Korkularıyla yüzleşmek isteyen çağdaş insanın, geçmişinde kendisini korkuya sürükleyen, güncel korkularını besleyen bazen depresif bazen de ızdıraplı ruh durumunu kendisine yaşatan unsurları ararken korku filmlerini bulması ironik ve paradoksaldır. İroniktir çünkü korku filmleriyle dürtülen korkular gerçek korkular olmaktan çok yapma, arzulanan ve rıza dahilinde ortaya çıkan korkulardır. Paradoksaldır çünkü geçmişteki asıl korku noktalarına temas etme imkanını ortadan kaldırarak kişiyi sahte bir duygusal uyarılma döngüsüne sokar. Sözgelimi Türkiye’de moda olan dini temelli korku filmlerinden etkilenen bir kişi gerçekte bunları yaşadığı için mi yoksa yaşama ihtimalini kendisine hatırlattığı için mi bu filmlerden korkar? Her ikisi de etkilidir ama esas etkili olan kurguyla uyarılmış duyguların esas tecrübe noktalarına temas imkanını azaltmış olmasıdır.
Yabancı yapımlar bu konuda daha serinkanlı, olayları kurguya yedirme ve tabiri caizse işi gırgıra vurma, seyirciyi rahatlatma konusunda daha uzmandır. 90’lardan bugüne slasher, korku-komedi ve ruh musallatı temalı filmlerin kült haline gelmesi korku filmi izleyicisinin ilgisinin arttığını gösteriyor. Hayatımızda hem korkulacak hem de gülünecek olaylar bulmak zor değildir. Artık trajikomik sözü bile bunları tanımlayıp anlamaya yetmez. Korku ve komediyi birleştirmek klasik düşüncenin eseri, bu tavır ise onun modern uzantısıdır. Geçmişte mizah ve korku öğeleri birlikte düşünülürdü. Fıkralarda, efsanelerde bunu sık görürüz. Aslı bozulmamış halk edebiyatı ürünleri gücünü mitlerden ve efsanelerden alan, korkuyu ve mizahı birlikte özümsemiş hikayelerle doludur.
Hayatın kendisi bizatihi absürt olabilir mi? Kierkegaard bunu düşünmüş ve imanın hayat gibi absürt bir olgu oluşu üzerinde durmuştur. İman ve kuşku Kierkegaard felsefesinin başat konularıdır. İmkansız görünenin tecrübe edilmesi olarak görür imanı ve bu yüzden onun absürt olduğunu söyler. Böyle düşününce korku filmlerinde iman ve kuşku üzerine kurulan temalar bizi şaşırtmaz. Flashback meselesi üzerinde duralım. Filmlerde ani hatırlamalar, geriye dönüşler olur ama hayatta tecrübe edilen hatırlama ve geriye dönüş sekanslarından farklıdır bu. Bir kere gerçek hayatta geriye dönüşler, hatırlamalar daha muğlak ve anlaşılmaz karakterdedir. Rüyaları düşünelim, birbiriyle bağıntısız ve hepsi müstakil olaylarmış gibi duran birden çok sahnenin gelişigüzel bir şekilde uykumuzu zihnimizi meşgul etmesi.
Dekalog serisinin beşinci filmi olan A film About Killing’te izleyenleri dehşete düşüren bir giriş sahnesi vardır. Puslu sinema filtresi de yaraya tuz basar gibi bu sahnelerin etkisini derinleştirir. Su ve çamur birikintileri arasında oynayan, top oynayan çocuklar, tek bir elden çıkmış gibi duran bina blokları ve ölü, asılmış bir kedi. Bu intronun verdiği dehşet ve rahatsızlığı nasıl açıklayabilirim ki? İlerleyen dakikalarda göreceklerimizin bir belirtisi, provası mı yoksa? Ölü, asılmış bir kediyle idam cezasına çarptırılmış ve infaz edilen bir adamın görüntüsü arasında geçiş yapıyor zihinler.
Taksicinin öldürülüş şekli de başka bir dikkat konusu. Genç bir kızı taciz eden bir adam taşla vahşice öldürülmeye layık görülüyor. Avukatın diğer jüri üyelerini ikna çabaları da adeta 12 Angry Man filmini hatırlatıyor. Kirli araba camı filtresi, soğukkanlı cinayet, buz gibi sokaklar ve binalar birleşince ortaya adeta bir korku filmi çıkıyor. Korku filmi benzetmem sizi yanıltmasın. Film ürkütücü, tüyler ürpertici olduğu kadar öğretici de. Suçun ağırlığına karşın cezanın adaleti sağlamadaki yetersizliği üzerine düşünmeye sevk ediyor. Yetersizlik buradaki durumu tanımlamak için yetersiz bir kelime olacaktır. Esasen suçun ve cezanın birbirini tartma birbirini dengeleme konusundaki beklenmedik ağırlıkları söz konusudur.
Scream serisinde de göze çarpan tavır korku ve komedinin bir arada oluşuydu. Seride iç içe geçen ve ilk bakışta çözülemeyen olay dizileri bizi katil kim sorusuyla baş başa bırakıyordu. Katil kim, ortalıkta dolaşıp milleti doğrayan, bir görünüp bir kaybolan arkasında bir sürü cinayet bırakan kim soruları birbirini izlerken ortalık kan gölüne dönüyor ve sonunda katil bulunamıyordu. Bir korku filminden bu kadar ibret devşirmek bezdirici, can sıkıcı olacak ve bizi asıl konumuz olan delilik gerçeğinin uzağına atacaktır. Deliliğin korku filmleri için zengin bir malzeme sunduğu göz ardı edilemez. Akıl hastalarının insanlarda korku uyandırması korku filmlerindeki bu ısrarın başat nedenidir.
2022 yapımı Smile filminde insanları gülmeye zorlayan ve ardından intihara sürükleyen bir gücün etkisi altına aldığı insanlara acı çektirip onları ölüme sürüklemesini izliyoruz. Bu filmde gülmenin ‘’dostane olan’’ değil korkunç, düşmanca olan yönü ele alınır. İnsanların çoğu için gülmek neşeyle, huzurla birlikte anılır ve onlardan ayrı düşünülemez. Oysa gülme eylemi bu eylemde bulunan kişinin niyetine ve karşısındaki insanda bırakmak istediği etkiye göre değişir. Son olarak söylemek gerekirse gülme ve korku birbirinin zıddı gibi görünse de birlikte ele alınmalıdır.
0 yorum