Kötü şiir yazınca diz kapaklarından vurulan o pek meşhur şair, bir gün Sudan ülkesinde haytalarla hayat üstüne hayyamvari diyaloglarını sürdürürken aklına dank etmiş: bir şeyler yapmalıyız.

Bakınız bu bir biyografyadır! Eski mektepte kümeleşim arkadaşlarıyla bireysel hasbihallere meylederken, kantine düşen kurşun cemresiyle de diz kapaklarından vurulabilirmiş. Amancak bunu kendine yediremiyor. O yalnızca birkaç yazı, sigara, ahşap sandalye, rüzgâr ve tirbuşon istiyor. Bunu isterken kâh kendinden geçmekte kâh…

Neyse ki bu bizim çocuklar yok mu? Hayta olanları, ben. Biz olmak üzereyken ardımızda bekleşip fırsat kollayan bahaneler. Sudan olanları, ben.

Bakınız bu bir biyografyadır! Tekrar ediyorum. Ben diye bir ülke, Sudan ülkesi olabilir ancak ve erişilmez sulara çocukken bakakalır. Sırtında eski atlı bir fayton yürür. Güvertede güvercin var sanır – yazık! – ona kimse mi bahsetmemiş hiç? Sürekli açılan bir yaradan. Sonra bütün dünyayı bir bıçakla ikiye ayırıp: ayıp diye söyleten. Halbuki ben kendimin bahanesiyim. Bunu iyi bilsin dışımdakiler.

Öyle ki içimdeki noksanlık diyor bunu: ben bile şahsen çok zorlanıyorum bazı. Kaderim olan çıplak koltuğu unutup begonya kokluyorum. Ve kağıtlardan taşıp da münezzeh oluşum bir toplumdan benzeri bir tane masal: bir varmış yok olmuş. Keloğlanın kel kafasına bir tane balta. Ne biçim bir masal ki bazı padişahlar sinirli. İşte yazmak eylemi bunun içre başlıyor Sudan ülkesinde, sudan bahaneleri aşıp da haytalar tarafından bir kâğıda.

Amancak tren yolunun içimde uyandırdığı histeri. Sudan’a gidiyoruz çünkü bizi Sudan’da vişne evler karşılayacak. Peki raylara usulca döktüğüm süt kimin intiharına müspet. Sokulgan bir aşk çırası. Yanık kokular ardı benim göğsümdeki kıpırdayış. Bazı saçların ıslanışı. Tedirgin ve şarapnel. Bunlara mı peki? başka hangi kaldırım unutulur…

Ey adıyla başlayan göğün gizi! kimin umrunda? Seni adam edecek bir tane bile kalmış mıdır ondan. Söylenecek ne söz baki! dövüşmek mi – gülmek – mayıştıran mastarları yeğlerim ona. Olsa olsa birkaç yüz yılın kalıntısı kalır bana. Ben kendimi eylerim. Gönlüm hoş, bardağım çatlak. Ve ey avuçlarımda açılan yara. Sürekli kanayan. Yürürken bir şarkıya birkaç hatırat. Saklanmışım ben güneşin değdiği ota. Ve güneşin değdiği ota söyleyen biz: biz bir dergi olacağız bir de vaftiz. Kutsanmamış kime kalmayacak.

Sanki uzamış saçım, sakallarım ve vücudumdan ayrılıp yere düşen moloz yığını – gittikçe bir kente benziyor oluşum. Yine de bunda bir mana arayan içimdeki kuşku ve tetiklenen ağzım – diyor nereye baksan sen uğruna bir keşke. Ben mi bıraktım bunları peki, ben mi istedim suların gizlice kesilmesini? peki ya kim uğraşan benle – kim dövüşen! akşam olur – gece de – ben bir tekin sabah ararım… esrarım ve esrârım yok. açık seçik yaşarım. korkarım. korkusuz olan ben ne! bilemem zalimin niçin olduğunu – anlatamam size deÇünkü yok pahasına düşman olduğum nen varsa döktüm dışıma. çünkü karım iki aylık hamile ve ben türk olmayanların piç olduğunu düşünen bir celladım. ölürsem cennet amorti – hey yavrum – bu şerbetin kimyasal sancıları mı başladı yoksa! yoksa ben de mi şehadetin öldürtmen tavrına esirim. muğlak. bilemem. benim babamın pastoral bir tarafı yok. biz ölürsek de doğarız geriden. daha berbat bir karartı.

Daha berbat bir karartı ancak sizinçün anlatayım. Biz bir dergi olacağız bir de vaftiz. Anlatayım. Bir gün bir yokuşta el ele, iki kardeş: tanrı ile sanrı. Düşünüp durmuşlar dünyanın en güzel kasnağını. çarmıhtır o – demiş sanrı – bir gün gerilecek olan bir evrilmiş deri. ulan piç demiş – tanrı – yanlış anlıyorsun beni sen. sanıyorsun ki güvertede güvercin var – yazık! – ben senin hayalinim ve ulaşamam o sulara. erişilmez. bakakalır küskün çocuklar.

Halbuki derim ben, güdülecek bir koyun değilim. ahvalim hürrüyetime dahil. ben bu sürüde sakat doğmuş bir buzağıyım. ne tuhaf. ölüme – öldürülmeye yazgılıyım. ilk gözden çıkarılanım. dargın. kadar alıngan bir hiç. kurda azık bile olabilirim. aman ne mana bu gemide. yayı kırarak fırlamış bir ok – bu da olsun mu ben?

Söylüyorum. Bir kez daha söylerim: ne çıkar? Gözlerim çirkin bir duygudur. Sesimle atbaşı giden zahir bir drahoma için yazılmış bütün kekeme kuşlar. Haytalar! Toplumda her şey birbirine dağlıdır. İnfilak etmiş fermuarları çarçabuk bir orospunun. Kendisine de demiş o yağız adam ağzı dolu izmarit: İstanbul bu gece büyük bir tramvay geçirmeli. Ardından sana soruyor keskin bir anason kokan behişt. Kan sağan iki memeli bir kadıncık adına ne portakallar yedirdik sokak çocuklarına geceleyin kasıklarından. Uslan artık ay Fahişizm| Ece Ayhan’sa ben haytayım. Ne çıkar!

Kurallar var. Biliyorum. Haytanın da sudan bahaneleri, Sudan ülkesi olmasın mı? Bunun içre bir anayasası olmasın mı? Anayasası:

1.      Timkov’un tabloları en üstün sanattır.

2.      Kundurası yoktur haytanın.

3.      Her şairin deliktir diz kapakları.

4.      Fazla takipçi çıkarmaz ve iyidir şöhret.

Sonra bayrak edinmeli bir hayta. Sudan ülkesi için: kırmızı beyaz. Ay yıldızlı. Sudan olmayan herkesin tapınması için bir bayrak. Hatta bir marş belki de. Sudan olanların niçin önemli ve üstün olduklarını izah eden birkaç mısra. Ardından Sudan olmayan çocuklar içre içilmesi gereken bir ant. Sudan için, Sudan olmayanlar tarafından yüksek sesli bir ant. Belki…

Mesela bu! Gülünü pek gizli yetiştiren şu pek gaddar abisi dört nala açtı atının kanatlarını ve bütün fraksiyonlarında üzülmekli kentlerin ve daima kurulmuş sehpalarında, kim ki yetiştirme potansiyelini avuçlarında taşırdı yırtılmış bulutlarıyla çoğul – içindir.

Nasıl olur ey demiştim bir keresinde dünyanın en soğuk Ankara’sında beklemenin. Renkler kusursuz gelmişti, raylarda çiçekleri ezmişti, hiç yağmur yağmamıştı. Vurmuştum ağzımı, paramparça olmuştu son sözcükleri simsiyah şiirlerin – içindir.

Bilenecek ne az şey kalmışken vişneye dokunuk sevgide nefeslenilmişti bir / korkunç bir sesti on beş tane ağlamak fiili sıkıştırılı müziğin tuzağına iki / yanımda senin sessiz bilgeliğin bir kürt bellisi her yerimi sarmışsa bu üç – içindir.Uğ! dandini uykusunda bir nesrini büyütmüş olunsa senin ellerin mi çirkin? Mitolojinin otları pişmiş kokutmuş kendisini dağların şırıngası etime aşkın. Fevkalade bir müjde hüznüme bir bakmışım saçlarından örülü ömrüm bitkin – içindir.

Ve’si heje’lerin ardı arkası yolunmuş masallarıyla halk büyüten yüce direnginin. Zaferini kutlamak için siyaset mezbahalarına renkli bayrağımla gelmeyeceğim. Sevseydin başka olurdu umru bile bir kedinin güzelliğine döküldüğünü bilirdim – içindir.

Ak! silahımı çıkarıp hapşu talimleri yaparken parmağıma düşen babamın üstünde. Bitmiş bir sigaranın kıvılcımları harlanacaktır eğer adli tıp raporlarında yenik biti / böyle mi demişti anam böyle mi dövmüştü uçuruma soyunup oğulsuz akşamları – içindir.

Hepsini bir hayta demişti. Ve Sudan ülkesi… Benim Sudan ülkem… Senin Sudan ülken… O’nun Sudan ülkesi… Ki herkesin bir Sudan ülkesi vardır ve demiştim: herkes kendisinin bahanesidir. O yüzden burada, bu çölde, kuşaklararası acı aktarımının yanı sıra kötüler gül toplayacaktır. Haytalar söyleyecektir! O fiyakalı ağbimizin de dediği gibi: haytaların olduğu yerde olan her şey haytalar yüzünden olmuştur.

Neticede bir hayta kolaylıkla diyebilmelidir ki: fotoğraflarda ipince bir sarı diyerek yemiş kokutan saza, ensesinde rüzgâra direnen tüylere, tırnaklarıyla üşüyen o; aradığım efsane – küçük kağıtlarla başlayan anlamak erdemi – ahyatım niçindir böyle? Bunca yıl

BERŞAN KOCA

Kategoriler: Blog

0 yorum

Bir yanıt yazın

Avatar placeholder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir